Küreselleşme, yoruma bağlı olarak
farklı anlamlar yüklenebilen içeriği ve hem günümüzde hem gelecekte yerel
yönetimlerin konumunu ve işlevini değiştirme etkisi nedeniyle, yerel yönetim
üzerine yapılan çalışmalarda üzerinde durulması gereken önemli bir süreçtir.
I. TANIM
Yerel yönetimler, 19. yüzyıldan bu yana, ulus-devletin
referans noktası olarak yer aldığı devlet bütünleri içinde tartışılmış ve
yeniden düzenlemelere bu bütün içinde konu olmuştur. Son iki yüzyıl boyunca
yerel yönetimlere ilişkin ilke ve politikalar, bu idarelerin merkezi yönetim
ile ilişkileri ekseninde inşa edilmiştir. Yeni yüzyılda bu geleneksel temel
değişme eğilimine girmiştir. Küreselleşme, ulus-devletlerin yetki ve egemenlik
alanını değiştirerek yeniden belirlemeye zorlamaktadır. Bu doğrultuda,
ulus-devlet yetkilerinden bir bölümünün ulus-devlet-üstü kurum ve mekanizmalara
doğru devri talep edilmektedir. Bu devrin niteliği ve kapsamı henüz
netleşmemiştir.
Ulus-devletler, tanımlarını asıl olarak merkezi yönetim
ağırlıklı örgütlenmelerinden alan yapılardır. Bu özellik, son iki yüzyıl
boyunca, yapı ister federal ister üniter olsun, devletlerin tümü için geçerli
olmuştur. Küreselleşme süreci, ulus-devleti gelenekselden farklı bir tanıma kavuştururken,
bu yapıya da müdahaleyi gündeme getirmekte ve ulus-devlet içindeki merkezi -
yerel dengesini ademi merkeziyetçilik ilkesi temelinde ve ikincisi lehine
yeniden düzenlemeyi talep etmektedir. Bir başka deyişle, küreselleşme sürecinin
gerçekleşme araçlarından biri de yerelleşme süreci olmaktadır.
Günümüzde, merkeziyetçilikten uzaklaşma, idare hukukunun
tanımladığı üç anlamda da talep edilmektedir:
(1) Hiyerarşik
yapılarda üst kademeden daha alt kademeye yetki devri;
(2) Merkezden
taşraya yetki aktarımı ya da yetki genişliği,
(3) Merkez
- taşra yönetiminden yerel yönetimlere yetki göçerimi ya da desantralizasyon.
Bunlardan birincisi örgütsel yaşam düzlemini
ilgilendirirken, ikincisi ve üçüncüsü devlet örgütlenmesi düzlemini
ilgilendirmektedir. Bu raporun ilgi alanı üçüncü yerelleşme türüdür.
Günümüzde yerelleşme tartışmaları ve yerel yönetim
reformları, son iki yüzyıldan bu yana yapılan düşünce araçları ile yapılamaz.
Ulus-devleti referans noktası alan ve bu bütün içinde devletin etkili ve
demokratik işleyişini sağlamayı amaçlayan yaklaşım, günümüz ve gelecek için
yetersizdir. Yerel yönetim reformları ve yerelleşme, bundan böyle ulusal
dinamiklerle birlikte küresel dinamikleri de hesaba alarak düşünülmek ve
geliştirilmek zorundadır. Bu zorunluluğun, ulusal amaçları gerçekleştirecek
doğrultuda yerine getirilmesi gerektiği açıktır. Bu nedenle, küresel
dinamiklerin açık ve sağlıklı bir şekilde analiz edilmesi, ve bu süreci ulusal
çıkarlar açısından yönlendirme gücünün elde tutulması gerekmektedir.
II. DURUM
1970’li yıllarda, gelişmiş ülkelerde kâr oranlarının
düştüğü, sabit sermaye yatırımlarında azalmaların baş gösterdiği; tüm sanayi
dallarında üretken kapasite kullanımının daraldığı, işsizlik ve enflasyon
oranlarının artma eğilimine girdiği görülmüştür. Ekonomik sistemdeki daralma,
gelişmiş ülkelerde kredi talebinin azalmasına yol açmıştır. Uluslararası ticari
bankaların elindeki sermayenin gelişmiş ülkelerde gerçekleştirilememesi, bu
sermayenin azgelişmiş ülkelere aktarılmasını zorunluluk haline getirmiştir. Bu
bunalımdan çıkış için devletin kamusal alanının daraltılması, bazı alanlardan
tamamen çıkartılması koşulları yaratılmaya çalışılmıştır. Bu gelişmeler,
Amerika Birleşik Devletleri’nde Reaganizm ve İngiltere’de Thatcherizm olarak
adlandırılan politikalar ile karşılanmıştır. Bu politikaların üç önemli
değişimi içerdiği ileri sürülmektedir. Toplumsal bölüşüm düzeninin önemli bir
biçimde değiştirilmesi, devletin ekonomiye müdahale biçiminin radikal olarak
değiştirilmesi ve bütün ekonomik süreçlerin küreselleşmesinin hız kazanması.
Son onbeş, yirmi yıllık süreçte başlıca ekonomik süreçler hızla
uluslararasılaşmış, bu dönüşüm kârlılık düzeyinin yükselmesine önemli ölçüde
katkı sağlamıştır. Sermaye, yatırım ve üretim için en uygun koşulları
sağlayacak biçimde dünyaya yayılmakta, her yöreye girmektedir. Bir başka
deyişle dünyanın tek ve bütünleşmiş bir pazara dönüşümü hız kazanmış
görünmektedir.
Küreselleşmenin gerçekleştiği başlıca alanlar şunlardır:
Ulusların
Egemenliği: Ulusların, sınırları belirli bir toprak bütünlüğü üzerinde var
olan egemenliğini sürdürebilmesi, bağımsızlığı esas alan bir yönetim biçimine
sahip olmalarına bağlıdır. Ancak, küreselleşme dünya genelinde tam
liberalizasyon politikaları ile ulusal sınırları belirsizleştirmekte, tüm
uluslar dünyadaki gelişmelerden etkilenmektedir. Hükümetler kendilerini
uluslararası şirketlerden, küresel borsalardan, bilgisayar ağlarıyla olan bilgi
akımından, nükleer tartışmalardan, küresel kitle iletişim araçlarından, uzaktan
kumandalı izleme cihazlarından, ulusal paranın yerine dolar, mark gibi
paraların kullanılmasından uzak tutamamaktadırlar. Bu maddi gelişmelere paralel
olarak küreselleşme, aynı zamanda ulusların egemenliğinin temel taşları olan
bazı kültürel ve psikolojik değerleri aşındırmaktadır. İnsanlar, ulusların
egemenliğine olan bağlılıkları yerine yeni bağlılıklar bulmaya; ülkeler arası
kültürel farklılıklar eski önemini yitirmeye başlamıştır.
Uluslararası
Kuruluşlar: Ülkelerarası ilişkileri düzenleyen bölgesel ve küresel kurumlar
1945'lerden beri var olmakla beraber, küreselleşme sürecinde bu kurumların etki
alanları ve güçleri artmıştır. Küresel kurumların (Birleşmiş Milletler, OECD,
IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü) görev alanları giderek genişlemiş, bu
kurumlar ülkelerin makro-ekonomik politikaları, uluslararası uzlaşmazlıkların
çözümü, insan hakları konusundaki standartların sağlanması konularında etkili
olmuşlardır ve olmaktadırlar. Bölgesel kurumlar veya birliktelikler (Kuzey
Amerika Serbest Ticaret Birliği, Pasifik Asya Ekonomik Birliği, Güney Doğu Asya
Milletleri Birliği, Avrupa Birliği, v.s.) daha etkili biçimde ortak hareket
etmeye, üye ülkeler için daha kapsamlı ve daha önemli yükümlülükler getirmeye
başlamışlardır.
Ekonomi:
Firmaların üretim metodları (araştırma ve geliştirme, malzemelerin işlenmesi,
yedek parça hizmeti, parçaların montajı, ürünün tamamlanması ve kalite
kontrolü) ve sonuçları ile ilgili kararlar ve uygulamalar, firmanın bulunduğu
ulusal sınırların ötesini düşünmeyi zorunlu hale getirmiştir. Uluslararası
firmalar dünya ticaretindeki paylarını giderek artırmaktadırlar. Borsalar,
dünyanın her tarafında kabul edilen kredi kartlarının yaygınlaşması, belli
başlı para birimlerinin dünya genelinde kullanılması, finansman kaynakları ve
para açısından ülkeler arasındaki sınırları kaldırmıştır. Dünya tek bir pazar,
tek bir ilgi alanı haline gelmekte; şirketler ve gönüllü kuruluşlar, devletler
arası sınırları ortadan kaldıran örgütlenmeler ve faaliyetler ortaya
koymaktadır. Şirketler dünyayı kendi faaliyet alanları için tek bir gezegen olarak
görmekte, dünyadaki insanları kendilerinin hazır veya potansiyel müşterileri
veya ilgi alanına giren kişiler olarak görmektedirler.
Standartlar:
Ülkelerin kendi günlük hayatlarında varolan sayısız teknik standart, hizmet
standartları, demokratik hak ve özgürlüklere ilişkin ölçütler, ulusal
sınırların ötesinde uluslararası öneme ulaşmış, bunlara ilişkin olarak dünya
çapında kabul gören genel anlayış, ülkelerin politikaları üzerinde etkili
olmaya başlamıştır. Artık, herhangi bir ülkedeki çevre ya da insan hakları
ihlalleri dünya kamuoyunu harekete geçirebilmekte ve bu konuda ilgili ülkeye
baskı yapılmasını sağlayabilmektedir.
İletişim: Gelişen
teknolojiyle insanların günlük hayatının vazgeçilmez parçaları haline gelen
bilgisayar ağları, telefon sistemleri, elektronik kitle iletişim araçları ve
benzeri yenilikler, bireylere, dünyadaki yerlerinin ve aradaki mesafelerin
önemi olmaksızın, birbirleriyle anında iletişim kurma imkanı vermektedir.
Önemli herhangi bir siyasi veya toplumsal olay, anında bütün ülkelerin
televizyonlarında yansımakta, sıradan bir kişi, bilgisayar ağları aracılığıyla
diğer ülkelerdeki insanlara ulaşabilmektedir.
Bilgi toplumu:
1970'lere kadar ülkelerin ekonomik faaliyetleri tarım ve sanayi alanında
yoğunlaşmakta idi. Ancak küreselleşme sürecinde genel ve özel anlamda bilgi,
zenginliğin asıl kaynağı olmaya başlamıştır. Bilgisayarlar, iletişim araçları,
ekonomide işgücü kaynağından, araziden, fabrikadan ve paradan daha önemli
varlıklar olarak ortaya çıkmıştır. Bu yeni topluma ‘bilgi toplumu’, ‘bilgi
çağı’, ‘post-sanayi toplumu’, ‘hizmet ekonomisi’ veya ‘bilim toplumu’ gibi
çeşitli adlar verilmiştir.
Çevre Sorunları:
Dünyanın iklimindeki değişim veya düzensizlikler, ozon delinmesi, dünya
genelinde doğal kaynaklardaki genel tükenme, çevre kirliliği, nükleer
santrallerin ve kimyasal atıkların sebep olduğu veya olabileceği zararlar gibi
ekolojik sorunlar, ülkelerarası sınırların önemi olmaksızın bütün dünyayı
etkilemekte, ülkelerin kendilerini bu sorunlardan soyutlamasına olanak
bırakmamaktadır.
III. SORUNLAR
Küreselleşme süreci, yerelleştirme politikaları
kapsamında kimi yapısal özelliklere sahiptir; bu yapısal özellikler bazı
sakıncaları da beraberinde getirmektedir.
(1)
Modern yerelleştirme yaklaşımı, devlet örgütlenmesinde
ademi merkeziyetçilik ilkesini temel ilke olarak kabul etmektedir.
Küreselleşme çağının yerelleştirme anlayışı,
merkeziyetçilik ilkesi yerine ademi merkeziyetçilik ilkesini temel saymaktadır.
Devletin ademi merkeziyetçi ilkeye göre örgütlenmesi, değişik ülkeler için
değişik sonuçlar yaratan bir tercihtir. Bu ilkeye göre örgütlenme, bazı
ülkelerde mikro milliyetçi ve dinsel-mezhep tabanlı örgütlenmelerin
yaygınlaşması anlamına gelebilmektedir. Üst ulusal kimliklerde birleşmiş
çeşitli toplulukların bu kimlikleri reddetme eğilimi, ulus-devlet yapısını hem
gelişmiş hem gelişmekte olan ülkelerde tehdit etme potansiyeli ile ortaya
çıkmıştır.
(2)
Modern yerelleştirme kavramı, yerel yönetimleri
güçlendirmeyi son amaç olarak değil, son amaca gidişte bir ara amaç olarak
benimsemektedir.
Küreselleşmenin başarısı, belki çelişki gibi görünmekle
birlikte, yerelleşme süreci ile birlikte yürümesine bağlıdır. Klasik anlamda,
yerelleşme (desantralizasyon), ulus-devlet bütünü içinde merkezi yönetimden
yerel yönetimlere doğru yetki, görev ve kaynak aktarımını ifade eder; bu
anlamda yerelleştirme, yerel yönetimlerin ulus-devlet bütünü içinde merkezi
yönetime oranla güçlendirilmesidir. Günümüzde ise yerelleştirme, merkezi
yönetimin elindeki planlama, karar verme, kaynak oluşturma ve bunları yürütme
gibi yönetsel yetkilerin taşra kuruluşlarına, yerel yönetimlere, yarı özerk
kurumlara, meslek kuruluşlarına, gönüllü örgütlere (vakıflar, dernekler gibi)
ve şirketlere aktarılması olarak kabul edilmektedir. Yetki genişliği,
özelleştirme ve sivilleşme kavramları, modern anlamdaki yerelleştirme teriminin
çeşitli uygulamalarıdır. Yerel yönetimler, yerelleştirme politikaları ile
güçlendirilmekte ancak asıl olarak yetkilerin buradan piyasa güçlerine
transferi amaçlanmaktadır. Modern anlamda yerelleştirmenin yöneldiği bu hedef,
onu klasik anlamda yerelleştirmeden ayıran en önemli özelliklerden biridir.
(3)
Yerel yönetimler arasındaki farklılıklar ve bu
kurumların yapısal yetersizlikleri, kaynak kullanımında etkinlik sağlamayı
güçleştirmektedir.
Yerelleşmenin öncelikli özneleri olan yerel yönetimler,
hem toplumsal yapı hem örgütlenme gücü bakımından çeşitli yetersizlikler
içindedir. Birbirinden farklı gelişmişlik düzeylerine sahip olan, yeterli
yetişmiş işgücünü istihdam etme bakımından uygun büyüklüklere sahip olmayan
yerel yönetimlerin, başlıca sosyal ve ekonomik görevleri üstlenmeleri, etkinlik
ve verimliliğin sağlanmasında önemli darboğazlar oluşturabilmektedir.
(4)
Yerel bakış açısı, küresel iş stratejileri karşısında
yeterli pazarlık ve direnç gücüne sahip değildir.
Yeterli donanıma sahip olmayan yerel yönetimler,
işbirliği yapmaları hedeflenen sivil toplum örgütlerini ve şirketleri kamu
yararına yönlendirme kapasitesine sahip değildir. Oysa küreselleşme dönemi,
yerel yönetimleri, dünya genelinde iş stratejilerine sahip olan; dünya
piyasalarında giderek tekel haline gelen; son yirmi yıldan bu yana
transnasyonel olarak adlandırılmaya başlanmış olan şirketler ile doğrudan karşı
karşıya bırakan bir dönemdir. Günümüzde Dünya Ticaret Örgütü eliyle
geliştirilen çok taraflı yatırım anlaşmaları, yerel hizmetler sektörünü var
olan engellerden kurtararak tam liberalizasyonu amaçlamaktadır. Gelişmelere,
bağlayıcı kurallara dönüştürülmektedir. Ne var ki, dünya ölçeğinde iş
stratejisi ile yerel amaçla sınırlı görüş alanı, aralarında hiçbir denge
bulunmayan iki unsurdur. Daha önemlisi bu iki unsur, ulusal görüş alanının
ihmal edilmesi anlamına gelmektedir. Ademi merkeziyetçilik esasına göre
örgütlenme, bu dengesiz ve ulusal bakış açısından yoksun ilişki karşısında
savunma araçları geliştirme olanaklarını daraltmaktadır.
(5)
Modern yerelleştirme kavramı, yerel yönetimlerin hizmet
verdikleri kesimin tanımını değiştirmiştir.
Yerel yönetimler, son iki yüzyıldan bu yana, hizmet
verdikleri kesimi yurttaş - yerel halk - hemşehri olarak tanımlamışlardır.
Küreselleşme süreci ile birlikte bu kavramların yerine "müşteri” kavramı
getirilmiştir. Bu radikal bir değişikliktir: (1) Yerel hizmetler alanını kamu
hizmeti etiği içinden çıkarmakta, piyasa etiği içine kaydırmaktadır. (2) Yerel
halk ile yerel yönetim arasındaki ilişkiyi ulusal bir kimlik olan yurttaşlıktan
ve yerel bir kimlik olan hemşehrilikten uzaklaştırmaktadır. Bu bağlılıkların
yerine, ulusal ve yerel kimliği olmayan, bu kimlikler bakımından nötr olan bir
kavram getirerek bağları kırmaktadır. Bu özellik, yerel meclislerin yapısını,
yerel yönetimlerin istihdam tarzlarını, yerel yönetim maliyesini, kısaca tüm
yerel yönetim sistemini değiştirecektir. Bu değişikliğe hangi yerel parçanın
nasıl tepki vereceğini önceden kestirmek güçtür.
(6)
Yerel kamu hizmetleri, doğrudan insan ve toplum
sağlığını ilgilendiren işlerden oluşur. Bu nedenle, bu hizmetlerde hiçbir
modele angaje olunmaması gerekirken, modern yerelleştirme özel sektör
işletmeciliğini tek alternatif olarak görmektedir.
Küreselleşme süreci, yurttaş kavramından müşteri
kavramına geçiş ile karakterizedir. Yerel hizmetler, hizmetten yararlananların
karşılığını ödemeleri ilkesi üzerine yerleşmeye başlamıştır. Bu ilke, yerel
hizmetlerin küresel piyasalara doğrudan açılması ile uyumlu bir gelişmedir.
"Kullanan öder" ilkesi, bireylerin kamu
hizmetlerine duyarsızlıklarını önleme, yönetimden hesap sorma tavrı
geliştirmelerini sağlama potansiyeli taşımaktadır. Buna karşın, Türkiye'de
yerel yönetimler sosyal refah düzeyini artırmak değil, ortak toplumsal yaşamı asgari
koşullarda sürdürülebilir kılmak ile görevlendirilmiştir. Sundukları hizmetler,
genel toplumsal sağlık ve günlük yaşamın asgari şartlarını karşılayan
hizmetlerdir. Bunların fiyatlandırılma olanağı oldukça sınırlıdır; böyle bir
zorlama yerel ortak yaşamın asgari şartlarının yerine getirilememesi anlamına
gelebilir. Öte yandan, müşteri olarak sınıflandırılmış yerel halk, kaynakların
hizmet olarak ödeme gücü olan kesime yönlendirilmesi anlamına gelir. Oysa, son
yarım yüzyıldan bu yana yoğun iç göç, kentsel yapılarda önemli eşitsizlikler
yaratmış bulunmaktadır. Kaynakların, avantajlı kesimlere yönlendirilmesi,
mevcut eşitsizlikleri artırma etkisi yaratabilir. Bu iki temel nedenden ötürü,
Türkiye'de yerel hizmetlerin kamusal niteliğinin korunması ve küreselleşme
dönemi ile doğan ilkelerin ülke koşullarına uygun bireşimler haline getirilmesi
gerekli görünmektedir.
IV. ÖNERİLER
1.
Küreselleşme sürecinden en çok yararı sağlamak, bu süreci ulusal çıkar yararına
yönetmek ile mümkün görünmektedir. Bu hedef, idarenin bütünlüğü çerçevesinde
gerçekleştirilebilir. Yerelleşme politikaları, öncelikle merkezi yönetimde
yeniden yapılanmayı gerektirmektedir. Merkezi yönetimin, yerelleşme ile
doğabilecek çeşitli sakıncaları engelleyecek ya da ortadan kaldıracak biçimde
yeniden düzenlenmesi ve yerel yönetimler ile ilişkilerin yeniden formüle
edilmesi büyük önem taşımaktadır.
2. Yerel
hizmetler, Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası kurumlarca tam
liberalizasyona kavuşturulmak istenen hizmet alanları içinde yer almaktadır.
Bunun anlamı, yerel hizmetlerin özel sektöre devredilmesi, kamu kurumlarının bu
devirde idare hukuku ilkelerinden yararlanmaktan vazgeçmeleri, yerli ve yabancı
firma ayırımı yapmaksızın davranmaları, yerel hizmet standartlarının
uluslararası standartlara yükseltilmesidir. Asıl olarak küreselleşme ile
yerelleşmenin buluştuğu nokta burasıdır.
Yerel hizmetlerde küresel düzeyde liberalizasyon, yerel
yönetim maliyesi sistemini doğrudan etkileyecek bir gelişmedir. Yerel
yönetimler, hizmetlerini kamu kaynakları - kamu kredileri - özgelirler dışında
fiyatlandırma ve dış kredilere dayandırma yönünde değişeceklerdir. Bunun
anlamı, yerel yönetimlerin son iki yüzyıldan bu yana bağlı oldukları
ulus-devlet hazinesinin yanısıra uluslararası mali piyasalara bağlanmalarıdır. Dış
borçlanma, 1985-1999 yılları arasında görüldüğü üzere hızla büyüyen ve yüksek
maliyeti nedeniyle yeni sorunlar yaratan bir kaynaktır. Uluslararası
piyasaların yeni bir finansman kaynağı olarak beklenenden hızlı gelişmesi,
pahalılığı ve taşıdığı koşullar, yerel hizmetlerin niteliğinde kontrol edilmesi
güçleşen değişiklikler yaratmaktadır. Oysa kıt kaynakların optimum kullanımı,
çeşitli hizmet alternatiflerini göz önünde bulundurmayı ve en yüksek fayda
sağlayacak alternatifi devreye sokmayı gerektirmektedir.
Yerel hizmetlerin başlıca parçası altyapı yatırımlarıdır.
Küreselleşme döneminde değişme, asıl olarak bu hizmet alanında ortaya
çıkmıştır. Yerel altyapı, doğal ve işletmesel tekel özelliği taşıması nedeniyle
yüksek karlar sunan bir hizmet alanıdır. Bu cazibe, gelişmiş ülkelerde
doygunluk nedeniyle sınırlı iken, gelişmekte olan ülkelerde günümüzde neredeyse
sonsuz gibi görünmektedir.
Yatırım yetersizliği, dolayısıyla yüksek yatırım
gereksinmesi nedeniyle dünya şirketlerinin ilgisini çeken bu alanın pazarlık
gücü yüksektir. Yerel yönetimlerin pazarlık gücü, merkezi yönetim desteği
sağlanarak artırılmalıdır.
|